Online Dictionary

Turkish Dictionary, English Turkish Dictionary

Definition of " dolu " in Turkish Dictionary
Direct results
Turkish » English
dolu
  • {A} full, filled, loaded, crowded, occupied, engaged, abounding, abundant, alive with, capacity, fraught, instinct, instinct with, laden, replete, rife, shot, shot through, steep: steeped in, thick with
  • {N} hail
Indirect results
Turkish » English
acı dolu
  • {ADV} sardonically
ağaç kökleri ile dolu
  • {A} stubby
ağız dolusu
  • {N} mouthful
ağzına kadar dolu
  • {A} brimful, chock-a-block, flush, overflowing: full to overflowing
ağzına kadar dolu kadeh
  • {N} bumper
ağzına kadar dolu olmak
  • {V} brim
Anadolu
  • {NPR} Asia Minor, Anatolia
araba dolusu yük
  • {N} carload
Arabayı deposu dolu mu iade etmeliyim?
  • {PHR} return: Should I return the car with a full tank?
arzu dolu bakış
  • {N} ogle
arzu dolu bakmak
  • {V} ogle
aşk dolu
  • {A} loving, adoring, amative, amatory
avuç dolusu
  • {N} handful
avuç dolusu şey
  • {N} fistful
balık dolu
  • {A} fishy
bardak dolusu
  • {N} glassful
beğeni dolu
  • {A} admiring
bereket simgesi sayılan meyve vb. dolu boynuz
  • {N} cornucopia
bilinmezlerle dolu
  • {A} secretive
binalarla dolu
  • {A} built up